31 Ocak, 2011

Kick-Ass (2010)


Süper kahramanlar her daim sinema perdesinde boy göstermiş ve kendi hayran kitlesini yaratmıştır. Biri kırmızı peleriniyle o gökdelen senin bu gökdelen benip uçup dururken bir diğeri duvardan duvara zıplar. Kimisi bir yumrukta düşmanını Mars’a kadar gönderirken kimisi teknoloji seviyesi yüksek mekanizmalarla ortalığı kırıp geçirir. Bitmek tükenmek bilmeyen enerjileriyle, karizmatik kişilikleri ve tapılası özellikleriyle her seferinde dünyamızı daha yaşanılır bir yer yapma sevdasıyla kötülerle savaşıp dururlar. Fakat hiçbirisi Kick-Ass kadar ezik, çelimsiz ve silik bir tip değildir. Sanırım Kick-Ass’i diğer süper kahraman filmlerinden keskin bir çizgiyle ayıran en önemli özelliği bu…

Dave, okulundaki kızlar tarafından alay konusu olan, dışarıdan bakıldığında hiç de çekici durmayan, internet bağımlısı ve asosyal bir tiptir. Birçok Amerikalı genç gibi o da Batman, Superman gibi süper kahramanlara hayranlık beslemektedir. Cinsellik anlayışı mastürbasyondan ibaret olan, hayatı 17 inçlik bir bilgisayar ekranıyla çevrelenmiş umutsuz ve amaçsız bir gençtir. Okulunda Katie adlı dünyalar güzeli bir kıza sırılsıklam aşıktır ve onu elde etmesi şu anki haliyle imkansız gözükmektedir. Bunun böyle gitmeyeceğine karar vererek internetten aptalca bir süper kahraman kıyafeti sipariş eder ve kendini kötülerle savaşmak için dışarı atar. Bu noktadan sonra olaylar hızla gelişecek ve tamamen şans eseri yerel bir kahramana dönüşecektir: Kick-Ass!

Filmi çekici kılan nokta, baş karakterin yerine kendimizi rahatlıkla koyabilmemiz. Sonuçta o da bizim gibi biri. Hangimizin platonik bir aşkı olmadı ki, veya hangimiz hayal ettiğimiz gibi biri olabildik. Bilgisayar ekranı başında geçen saatler yerine bir süper kahraman olup kötülerle savaşmak hiç mi aklınızdan geçmedi. Bu noktada imdadımıza Dave yetişiyor ve onun eşliğinde kabuğumuzdan kurtulup bir kahraman olma yolunda ilerliyoruz. Değinmeden geçemeyeceğim bir nokta da filmin oldukça akıcı ve esprili bir anlatıma sahip olması. 2 saat gibi hafif uzun sayılabilecek bir süre, su gibi akıp gidiyor Dave’in dünyasında. Bu noktada yönetmen Matthew Vaughn’un tekniğine şapka çıkartmak lazım.

Kick-Ass’i sevmeme neden olan bir diğer etken ise tabii ki Hit-Girl karakteri. Chloe Moretz tarafından canlandırılan, babası tarafından bir ölüm makinesi olarak yetiştirilmiş bu kızımız o kadar sempatik ki, bu tarz filmlere zerre ilginiz olmasa bile sırf Hit-Girl için izleyebilirsiniz. Oyunculardan bahsetmişken Nicolas Cage’i es geçmek olmaz. Son senelerde para kazanmak uğruna birbirinden fecaat işlere imza atan Cage, nihayet adam gibi bir projede yer almayı başarmış. Ona hiç yakıştırmadığım bir rolde oldukça oturaklı ve sağlam bir performans ortaya koyarak beni şaşırttı açıkçası. Şimdi diyeceksiniz ki herkesten bahsettin başrol adamından bahsetmedin. Aaron Johnson, Kick-Ass karakterine cuk oturmuş fakat ben kendisinde gelecek için bir ışık göremedim. Katie karakterini canlandıran Lyndsy Fonseca’ya ise tek kelimeyle aşık olduğumu itiraf edeyim. Sakın kendisiyle ilgili sevgi dolu hayaller kurmaya kalkmayın, ilk ben kaptım…

Süper kahraman filmi dedik mi özel efekt, aksiyon ve heyecan olmadan olmaz. Nitekim bu saydığım unsurlar ustalıkla kullanılmış filmimizde. Hele Hit-Girl’ün sonlara doğru ana binayı basış sahnesi var ki çok rahat 15 kez izlemişimdir arka arkaya. Kurgusuyla, oyuncularıyla, karakterleriyle, aksiyonuyla ve mizahıyla övgüyü hak eden bir film Kick-Ass. Hakikaten kaliteli bir seyirlik. Fakat bir klasik değil açıkçası. Bir kez izledikten sonra sağlam bir haz alacağınız, arkadaş çevrenize şiddetle tavsiye edeceğiniz, bir-bir buçuk ay sonra unutup gideceğiniz bir yapım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder