12 Şubat, 2011

Buried (2010)

İlk saniyesinden son saniyesine kadar, yaklaşık 90 dakika boyunca bir tabutun içinde geçen film hakkında ne düşünürsünüz? Muhtemelen “Olmaz öyle şey!” diyeceksiniz. Tek mekân filmleri her dâim ilgimi çekmiştir. Minimalist yapıda olmaları ve yapısal ilginçlikleri nedeniyle her zaman bu tür yapımları merakla izlemişimdir. Başından sonuna kadar bir odada, salonda, denizde, vs. geçen pek çok film gördük fakat hiçbiri kamerasını sadece 3-4 metrekarelik bir tabutun içinde dolandırıp durmamıştı. Buried, ilk bakışta oldukça sıkıcı ve gereksiz sanılabilecek bu olguyu o kadar büyük bir başarıyla kotarıyor ki, ayakta alkışlamamak mümkün değil!

Paul Conroy, gözlerini açıyor ve kendisini bir tabutun içinde, toprağın altına canlı canlı gömülmüş olarak buluyor. Yanına çakmak, cep telefonu, bıçak, kalem gibi malzemeler bırakılmış. Onu kimin, neden buraya koyduğu hakkında en ufak bir fikri yok. Irak’ta kamyon şoförlüğü yaparken, konvoyunun saldırıya uğradığından başka hiçbir şey hatırlamıyor. Artık tek yapması gereken, dış dünyayla olan tek bağlantısını, cep telefonunu kullanarak kafasındaki soruların cevabını bulmak ve bu boğucu tabuttan kurtulmak. Canlı canlı yerin altına gömülmek deyince pek çok kişinin aklına Kill Bill’deki meşhur sahneler gelmiştir. O birkaç dakika boyunca bile nefesi daralanlar olmuştur. O etkiyi yirmiye, otuza katlayın: Karşınızda Buried…

Buraya kadar yazılanlardan anlaşılacağı üzere Buried’de tek bir oyuncu var. Şimdiye kadar dişe dokunur bir performansını hatırlamadığım Ryan Reynolds, tek kelimeyle unutulmaz bir oyunculuk sergilemiş. Karakterinin çaresizliğini, umutsuz çırpınışlarını harika canlandırmış. Öyle ki; 2011 Oscar’larına aday olamamasını büyük bir üzüntüyle karşıladım filmi izledikten sonra. Reynolds’ı bir kenara bırakıp, yönetmen Rodrigo Cortes’i ayakta alkışlamak istiyorum. Profesyonel anlamda ilk uzun metrajına imza atan yönetmen, tek kelimeyle yeteneğini konuşturmuş. Bir buçuk saat boyunca yalnızca bir tabutun içinde geçen filmde sürükleyiciliği ve atmosferi sağlamak hiç kolay değildir. Fakat Cortes bütün olayı o kadar güzel idare etmiş ki izlerken nefesimin daraldığı, kendimi Paul’un yerinde hissettiğim birçok sahne oldu. Tabii bu konuda görüntü yönetmeni Eduard Grau’nun hakkını teslim etmeden olmaz. Küçücük mekandaki kamera kullanımları izleyiciyi kendisine hayran bırakıyor. Oyuncu, yönetmen ve görüntü yönetmeni harika iş çıkarmış. Fakat Buried’in en başarılı yanı senaryosu. Bu tarz bir filmden dur durak bilmeyen gerilimli bir atmosferden başka bir şey beklemiyordum. Fakat Buried’in o kadar sağlam alt metinleri var ki… Amerika-Irak savaşına dair çarpıcı diyaloglar, süper güçlerin insan hayatını hiçe saymaları, senarist Chris Sparling tarafından izleyicinin gözüne sokulmadan harika bir biçimde filme yedirilmiş.

Buried, klostrofobisi olanların uzak durması gereken, son yıllarda izlediğim en başarılı yapımlardan biri. Her tür sinema izleyicisine hitap etmeyi başarabilmiş, eli yüzü düzgün etkileyici bir seyirlik. Özellikle final sahnesi, böyle filme böyle çarpıcı son yakışır dedirtiyor. İzleyiniz, izlettiriniz!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder